Zübeyir Kemelek Valimiz
İskilip’te, Ankara’da yıllarca birlikte olduk. Birbirimize hiç kırılmadık. Ben onun bağırarak konuştuğunu hiç duymadım. Hep alçak sesle, mütevazı olarak konuşurdu.
Siyasal Bilgiler fakültesini kazanıp Ankara’ya geldiğinde, birkaç ay Demet Evlerde İskilipli hemşerilerimiz ile kalmıştı. Evde iken bir ara düşünceye dalmış. Ona bir hemşerimiz sorar- “ Zübeyir ne düşünüyorsun?” oda cevap verir-“ Karışık düşünüyorum.” Bu latife söz aramızda hiç unutulmadı. Ben onunla sohbet ederken sorardım-“ Zübeyir karışık düşünüyor musun?” Oda tebessüm ederdi.
Rahmetlik dedesi, nur sakallı İstiklal Harbi gazisi idi. Vücudunda harp yıllarından kalma misket mermisi taşırdı. Dükkânlarında karşılaştığımızda kendisi ile sohbet eder, harpte olanları dinlerdik. Bir sohbetimizde, vücudunda bulunan mermilerin acı verip vermediğini sorduğumda- “ mermiler vücudumda dolaşıyor, bazı yerlere geldiğinde acı verdiği oluyor.” Demişti. Bende-“ Hacı emmi mermileri aldırsan da bu sıkıntıdan kurtulsan.” Dediğimde cevaben- “ Hayır aldırmam. Onlar benimle öbür dünyaya gidecekler. Onlar benim şahidim olacak.” Demişti.
Zübeyir Siyasallı arkadaşları ile Ankara-Cebecide bir evde kalıyordu. Rahmetlik babası Doğan ağabey, Ankara’ya Zübeyir’e ziyarete geldiğinde, memleketten yağ, yoğurt, kavurma, yiyecekler getirirdi. Bu malzemeler eve geldiğinde, evde bayram olurdu. Bekâr evi için bunlar, her açıdan büyük takviye idi.
Kaymakamlığa başladığında, Tunceli Nazimiye’de bulunmuştu. Burada bir muhtarın evine misafir olduklarında, evin duvarlarının Türk motifleri ile dokunmuş kilimler ile kaplı olduğunu görünce muhtara sorar-“ bu kilimler ne zaman dokundu.” Muhtar cevaben- “Kilimler dedelerimden kaldı.” Diye cevap verdiğini söylemişti.
Şabanözü onda ayrı bir iz bırakmıştı. Orada tanıştığı bazı Şabanözülülerin, mülki idare görevi boyunca kendisini arayıp, halını hatırını sordukların anlatmıştı.
Kayseri Vali Yardımcılığı da ayrı bir süreç idi. Orada sosyal yardımlaşma fonu ile ilgili şu anekdotu aktarmıştı. “ Benim fonu devraldığımda, fonda para çok azdı. İlk yaptığım şey, fonu yerli yerince kullanmaya çalışmak, fakirin fukaranın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmak oldu. Ben bunu yapmaya çalıştıkça fonda para azalmadı, aksine çoğaldı.” Diye anlatmıştı. K.Maraş dönüşü, kendilerine misafir olmuştum. Birlikte aile oturmasına misafirliğe gittik. Gittiğimiz evde milletvekili, belediye başkanı, başkaca değerli insanlar vardı. O evde, Kayseri insanının sıcak yapısını görmüş ve pratik zekâlı problem çözüm hatıralarını dinlemiştim. Zübeyir kardeşimde evde yabancı biri değil, Kayserili biri olarak içlerinde bulunuyordu. Aralarında resmiyet yoktu. Sıcaklık ve samimiyet vardı.
İstanbul, Ümraniye Kaymakamlığı sırasında, Kız Kulesinin yakınında boğazda buluşmuştuk. Yağmurlu bir gündü. Arabamızda oturup çay içmiş, boğazın güzelliğini içimize doldurmuştuk. İstanbul apayrı bir yerdi onun için. Polislerin çevirme yaptıkları bir gece, onların yanına gitmiş. Gelen bir minibüsü durdurduklarında içinde demir makası, demir bileviye ve benzeri şeyler olduğunu görmüşler. Polisler minibüste bulunanların kimliğini araştırdıklarında, hırsızlık sabıkalarının olduğunu belirlemişler. Ama yapabilecekleri bir şey yok. Sabit suç olmadan, malzemeye bir şey yapılamıyor. Polisler onları bıraktıktan sonra Zübeyir beye dönerek- “ Kaymakamım, malzemeye bir şey yapamıyoruz ama biliyoruz ki bunlar bu akşam hırsızlık yapacaklar.” Tabi o gece hırsızlıklar oluyor, sonrada hırsızlar aranmaya başlanıyor.
Aramızda paylaştığımız çok şeyler oldu. Ama o hep devletinden, halkından, mazlumdan yana oldu. Yanlış yaptırmamanın mücadelesini verdi. Kendisinin samimiyeti, içtenliği birlikte çalıştığı insanlarda karşılıklı güven duygusunu oluşturdu. Maiyetinde oluşan karşılıklı bu güven duygusu, birlikte başarılı olmalarını temin etti.
Kalp kırmamıştı, insanına ayrım yapmadan sahip çıkmıştı. O kalpler, gözler, o giderken içten ağlamış, gözyaşı dökmüştü.
Zübeyir kardeşim. Dünyanın yükü ağırlaştığı için, rabbim seni bu yükten kurtarmak amacıyla yanımızdan alarak, ebedi âleme götürdü.
Ruhun şad olsun. Kabrin nurlarla dolsun.
Mustafa Yolcu