Tarihin Şeref Levhaları – 14
ÖLÜMDEN SONRA DA VAZİFEYE DEVAM EDEN – İSKİLİPLİ MEHMET
Oltu’nun Tuzla bölgesindeyiz. Ermeni harekâtı bütün hızı ile devam ediyor. 7.5-15’lik kudretli müstakil bir dağ top takımı kumandanıyım. Gözetleme yerini bir tepenin hâkim kabarıklığına kurmuştuk. İlerde, muharebe eden piyademizi destekliyorduk. Cephe boydan boya gözetimimiz altındaydı. Top mevzileri ile aramızda, İskilipli Mehmet’in kurduğu sağlam bir telefon irtibatı vardı. Cephanemiz az, fakat hünerimiz çoktu. Boşa mermi atmanın, telâfisi imkansız bir israf olduğunu biliyorduk. Telâşsız bir sükûnetle iyi tercih yapıyor, her atımda mutlaka bir düşman makineli tüfeğini susturuyor, bir düşman topluluğunu toz, duman bulutu içinde toprağa gömüyor, bir düşman siperini çökertiyorduk. Mermilerimiz birer belâ yıldırımıydı.
Zevkli muharebe yapıyor ve düşmanı hakikaten hırpalıyorduk. Namlularımızı her çevirdiğimiz yerde, bir panikleme meydana geliyordu. Bu esnada düşman kendisine bu kadar zarar veren topçu bataryamızı susturmaya karar vermiş olacak ki, kendi bataryalarını üzerimize çevirdiler. İlk grup mermileri gözetleme mevziimizin yakınında patladı. Mukabelede gecikmeyecektik. Fakat gözetleme yeri ile top mevziilerimizin arasında gürleyen ikinci gurup, telefon hattımızı kopardı. Gözcü ile İrtibatımız kesildi. Gürültü arasında İskilipli Mehmet’in sesini duydum:
— Hat koptu kumandanım.
— Haydi, Mehmet, koş da ekle şunu!
İskilipli Mehmet, alet çantasını kaptı. Telefon hattını takiben fırladı. Bu hal bizim için mecburi bir ateş fasılası idi. Dürbünümü ateşin geldiği tarafa çevirdim. Tam karşımızdaki tepede bir topluluk vardı ve bu düşman topçusunun gözetlemesi olabilirdi. Mesafeyi, yan ve yükseklik açısını ölçtürdüm. Hesaplarımızı yaptık. Hat bağlanır bağlanmaz, ateş açacak şekilde hazırlandık. Çok geçmeden mikrofonu elinde tutan er haykırdı:
— Hat tamam, yol açıldı kumandanım.
Ahizeyi aldım ve sordum. Top mevzileri, düşman ateşinden etkilenmemişti. Süratle dağıtımı yaptırdım ve ateşe geçirdim. Mermilerimiz şaşmadan düşman topluluğunun üzerine oturdu ve topçu ateşi de kesildi. Demek ki tahminde yanılmamıştık. Toprağa gömdüğümüz düşman gözetlemesi idi.
Piyademiz ilerliyordu. Bir an geldi, cephe değiştirmek zorunda kaldık. Gerekli emirleri verdim. Aradan uzun süre geçmiş olmasına rağmen, İskilipli Mehmet dönmemişti. Hat tamir edilmişti. Elbette ki dönmemenin kötü bir manası vardı. İçimi bir endişe kapladı. Yanıma iki er alarak hattı takiben geriye, top mevzilerine doğru yürüdüm.
Bir müddet sonra kan izlerine tesadüf ettik. İlerledikçe serpinti çoğalıyordu. Endişem büsbütün arttı. Üzüntülü bir heyecanla koştuk. Yüz metre kadar ilerde Mehmet’i telefon hattında amut bir vaziyette yatarken bulduk. Sırtına bir mermi girmişti. Şehadetin şerbetini içmiş, gözlerini ebediyen yummuştu. Şüphesiz bu hal muharebe meydanları için olağandı. Hepimiz aynı yolun yolcusuyduk.
Fakat gözlerimizin önündeki şehâdet sahnesi bu değildi. Kahramanlıktan daha üstün, fedakarlıktan daha yüce, beşer gücüyle ölçülmesine imkân olmayan bir yücelik manzarasıydı bu…
Anlaşılıyordu ki Mehmet, yüz metre kadar geride mermi yemişti. Yarası ağırdı. Tecrübeli bir asker olarak biliyordu ki kurtulmayacaktı. Bir kaç dakikalık ömrü kalmıştı. Bir çalının dibine kıvrılsa, toplarının sükûtu devam edecekti. Vazife yapılmayacak, intikamı alınmayacaktı. Bu düşünceyle iradesi şahlanmış, bütün gayretini toplamıştı. Mübarek kanını akıta akıta, hattın boyunu takip etmiş kopan telefon kablosunun yerini bulmuştu. Vakit geçirmeye gelmezdi. Çakısını çıkarıp yavaşça uzatmıştı, hattın iki ucundaki kauçuğu güçlükle sıyırmıştı.
Damarlarından boşalan kan dermanını da birlikte götürüyordu. Guruba varan güneş gibi idi. Gücünün sonuna gelmişti. Düğümü atacak kudreti kalmamıştı. Son bir gayretle, iki çıplak ucu üst üste koymuş ve dişlerinin arasına sıkıştırmıştı. Fakat ölümün rehaveti belki başını kaydırır, hattı dişlerinin arasından düşürebilirdi. Bu tehlikeyi önlemek lazımdı. Son bir gayret hamlesiyle, elleri ile toprağı kazıyarak bir çukur açmış, çenesini bu çukura yerleştirmiş ve vazifesini yapmış insanların huzuru içinde “Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu.”
Fuat Albay buğulanan gözlerini yumdu. Titreyen sesi boğazında düğümlendi. Hepimiz ağır bir yük altında ezilmiş gibiydik. Şuurumuz durmuştu. Gördüğümüz olayı izah edebilecek, sözlükte kelime yoktu. Kahramanlık, fedakârlık, vazife… Hepsi yaşayanlar içindi. Yaşanılan müddetçe yapılan şeylerdi bunlar.
Fakat bu “ÖLÜMDEN SONRA DA VAZİFEYE DEVAM’’ gibi görülmemiş, duyulmamış bir üstünlüktü. Evet, Cihan tarihi bu konuda ilk olarak karşısında Türk’ü buldu. Bu Türk, ihtiyar tarihten daha yaşlı olduğuna delildir. Milletimiz, ölümden sonra da vazifesine devam eden kahramanlar yetiştiren bir millettir. Artık inanıyorum bir gün belki tarih susacak, fakat İskilipli Mehmet yaşamaya devam edecektir…
“Bu menkıbe Askere Din Kitabından alınmıştır.”
Mustafa Yolcu