BİSİKLET MACERASI
Küçüklüğümüz de bisiklet, çok pahalı idi. Sadece zengin aileler, çocuklarına bisiklet alabilirdi. Ben babama, bisiklet aldırmak için çok uğraştım ama aldıramamıştım.
İskilip’te Meydan Mahallesi karaağaçların orda, Hacı Karani’ de spor sahasının yanın ’da, beş dakikası 25 kuruşa bisiklet kiraya verilirdi. Bende buralarda bisiklet kiralar, bisiklet sürme zevkini tatmaya çalışırdım.
Karaağaçların orda, bisiklet kiralamıştım. Ayaklarım bisikletin pedallarına yetişmiyordu. Yarım pedal ile bisikleti sürüyordum. Daha kötü olanı, bisikletin zinciri pantolonumun paçasını kapıyordu. Böyle olunca da pedala basamıyor, bisiklet devriliyordu. Aynı tarafıma düşüyor, tekrar kalkıp bisikleti sürüyordum. Daha sonra, kalçamın üzerine düştüğüm tarafı ağrımaya başladı. Eve gidip kalçamın yan tarafına baktığımda, kara bere olduğunu gördüm. Oranın ağrısı 5-10 gün sürdü. Sonra kendiliğinden geçti. Merhem falanda kullanmamıştım.
Sanırım ilkokul 3. Sınıfta idik. Okulda sabahçı olarak okuyor, öğleden sonra boş kalıyorduk. Bir gün eve gelip, okul önlüğümü çıkarıp sokağa çıkınca, aynı sınıfta okuduğum akrabam ile karşılaştım. Çarşıya doğru gidiyordu. Nereye gittiğini sordum. “ Kaçağa annemlerin yanına gidiyorum.” Dedi. Yalnız başına gidilir mi? Diye ikaz ederek, bende yanına katıldım. Bu akrabam, rahmetli Ahmet Dursun’un yeğeni idi. Hacıkarani köprüsüne gelmeden, Ahmet ağabeyim ile karşılaştık. Bir arkadaşının bisikletine binmiş, kaçağa gidiyordu. Bize nereye gittiğimizi sorunca, kaçağa gidiyoruz dedik. Oda binin bisiklete dedi. Ben ön tarafa, yeğeni de arka seleye oturdu.
O zamanlar yollar, stabilize kaplı idi. Yanımızdan araç geçince, bizi toza boğuyordu. Bir bisiklette üç kişi idik. Yokuşa gelince bisikletten iniyor, yokuş aşağı süratle gidiyorduk. Ahmet ağabeyim çok yoruluyordu. Sporcu yapısı ile yola dayanıyordu. İne çıka kaçağa gelince, bisikletten inip meyveliğe doğru koşmaya başladık. Bizimkiler bizi görünce şaşırdılar. Nasıl geldiniz diye sorunca “ Ahmet ağabeyim ile geldiğimizi söyledik.” Öyle yemeğini de birlikte yedik.
Çarşı da eczane de çalışan Yaşarın, siyah bir bisikleti vardı. Bazen onun bisikletini kiralıyor, Hacıkarani ye doğru gidiyordum. Yaşar bana, bisikletini Hacıkarani de kiraya vermemi söyledi. Teklifini kabul ettim. Böylece istediğim kadar bisiklete binecek, para vermeyecektim. Eczaneye geliyor, bisikleti alıp gidiyordum. Bir gün Hacıkarani’de Ahmet Çorsuz, Ali Kalın, Eczanenin sahibinin oğlu ben, hepimizin altında bisikleti ile karşılaştık. Sabah erkendi. Evden kahvaltı yapmadan çıkmıştım. Hadi biraz bisiklet sürelim dedik. Önce Hindoğlu yokuşuna, sonra kanara çeşmesine geldik. Karnımız acıkmıştı. Çeşmeden su içtik ama karnımız doymuyordu.
Bağına bahçesine gidenler, hayvanlarını sulamak için çeşmeye geliyordu. Kimseden yemek için ekmek isteyemiyorduk. Bir kişiden istedik, oda ancak kendine yetecek kadar azığının olduğunu söyledi. Geldiğimize, geleceğimize pişman olmuştuk. Dönüp gelirken, pedala basacak takatimiz kalmamıştı.
Zorlanarak çarşıya geldim. Bisikleti teslim edip, fırından pide alıp eve gittim. Rahmetlik annem, yoğurtlu dünür çorbası yapmış, sıcağı ile duruyordu. Pide ile yediğim o çorbanın tadını unutamıyorum.
Büyüyüp çocuklarım olduğunda, iki çocuğuma da yaşlarına göre binebilecekleri iki kere bisiklet aldım. Benim bisikletim olmamıştı ama çocuklarım bisiklete binme zevkini doyasıya tattılar.
Mustafa Yolcu
- 10. 2017