Giresunlu Hüseyin Karataş anısına Gemlik’te fotoğraf sergisi açıldı
Bursa’nın Gemlik ilçesinde doğan, Aslen Giresunlu Emekli Öğretmen, Araştırmacı Yazar, Fotoğraf Sanatçısı Hüseyin Karataş anısına Gemlik Belediyesi ve Gemlik Giresunlular Derneği işbirliği ile Gemlik Cemil Meriç Kültür Merkezinde fotoğraf sergisi açıldı.
Geçtiğimiz yıl Kovid’den dolayı hayatını kaybeden Karataş’ı hemşerileri de unutmadı.
Gemlik Cemil Meriç Kültür Merkezinde açılan sergisine Karataş Ailenin üyelerinin yanı sıra, Karabük Üniversitesi Akademik Araştırmacı Doç. Dr. Adem Sarı, Gemlik Belediyesi Özel Kalem Müdürü Kemal Atan, İlçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Duran, GTSO Başkanı Paşa Paşa Ağdemir, Esnaf Kefalet Kooperatifi Başkanı Sedat Gürle, Gemlik Esnaf Odası Başkanı İsmail Beki, Gemlik Giresunlular Dernek Başkanı Nadir Uzun, Gemlik Belediyesi Meclis Üyesi Durmuş Uslu, Alpaslan Eker, Sedat Akkuş , Milliyetçi Hareket Partisi ilçe başkan yardımcısı Mehmet Demir, Kadın ve Aile komisyonu başkanı Vildan Bilici ve yönetim kurulu, BBP Gemlik Belediye Başkan Adayı H.Ömer Yavuz, , Gemlik Erzurumlular Derneği Başkanı Cemal Yavilioğlu, Gemlik Dereli Aksu Köylüleri Derneği başkanı Özkan Yiğit, Gemlik Muşlular Derneği Başkan Yardımcısı Müslüm Güler, Av.Ali Osman Kufacı ve çok sayıda hemşerileri katıldı.
Gemlik Cemil Meriç Kültür Merkezi Fuaye alanında 18 ile 23 Ocak pazar gününe kadar saat 13:00 ile 17:30 saatleri arasında sergilenecektir.
Rahmetli Hüseyin Karataş’ı yakında tanıman için geçtiğimiz yıllarda Reyhan Çorum’un kendisi ile yaptığı röportajı aşağıda okuyabilirsiniz.
Aslen Giresunluyum, emekli öğretmenim. Ailem 1952 yılında, coğrafyanın zorluğu, darlığı, imkânların kıtlığı nedeniyle yeni bir arayış içine girdiler. Hayvanlarını; ineğini, davarını satarak gemi ile 3 günlük bir yolculuktan sonra İstanbul’a, oradan da yine gemiyle Bursa’nın Gemlik ilçesine geldiler, oradan bir kamyonet gibi bir şey onları aldı, Gemlik’te eski Rumlardan kalma harabe bir binaya kiracı olarak götürdü, bizim Gemlik ilçesi ile bağlantımız böyle başlar. Ben henüz o zaman doğmamışım. Bursa Gemlik ilçesinde doğdum, beni şekillendiren, beni ben yapan kültür unsurları Giresun’a aittir. Buraya gelişimizden yaklaşık 5 sene sonra dünyaya geldim. Babam 1896 doğumlu, Memişo Ahmet, babamın takma lakabı. 1312 doğumlu, 1896’ya denk geliyor. Hey Onbeşli türküsü 315 doğumlular için söylenmiştir, babamın yaşı onlardan 3 yaş erken, dolayısıyla 1.Dünya Harbi’nde 5 yıllık zamanını geçirmiş, Kurtuluş Harbi’nde yaklaşık 4 yıl savaşlarda bulunmuş, Topal Osman dediğimiz Giresunluların Efesi vardır, Karadeniz’de Rumların azınlık yapmalarını önlemiştir, aynı zamanda orduya verdiği destek de çok ciddi yararlar sağlamıştır. Babam son askerlik döneminde Atatürk’ün Muhafız Alayı komutanlığındaki Topal Osman’ın emrindeki askerlerin içinde yer almaktadır.
Onun dışında bana gelecek olursak, 1962 yılında ben daha henüz 5 yaşındayken babamı kaybettim. Zor bir hayata, 65 yaş gibi diyebileceğim zamanda erken veda etti. Ailenin en küçüğü olaraktan babasız kaldık ama babasız kalmanın ne olduğunu annemiz bize yaşatmadı. Hem annemiz, hem babamız oldu. Bir gelir yoktu, 5 yaşındaki çocuk ve birbirinden üçer yaş büyük üç kız kardeş olarak, en büyüğümüz 12 yaş civarında, evde hepimizin işi ve görevi olurdu, yani ben 5 yaşında ve gücümün yettiği oranda bir şeyler yapardım, bir şeyler getirir götürürdüm, bakkala giderdim gibi. Diğer Ablalarım da yine kendilerinin yaşının beklentisi olarak hizmetleri olmuştur.
Gelirimiz olmamıştır, hiçbir yerden maaşımız yoktu o yıllarda, ama ne yaptık hepimiz? İneğimiz, koyunumuz, kuzumuz, tavuğumuz ve bir bahçemiz vardı, ektik biçtik karnımızı doyurduk, geçimimizi öyle sağladık. Elektrik olmadığı için gaza ihtiyacımız olurdu; gazı, yağı, şekeri, tuzu dışarıdan alırdık, gerisinin tamamını emeğimizle sağladık. Annem kendine göre iyi bir terziydi, üstümüze giyebileceğimiz her şeyi, önlüğümüz, pantolonumuz, atletimiz dahil olmak üzere, çok güzel kumaş satan mağazalar vardı onlardan alır ve bizim giyim-kuşamımızı annemin terziliği sayesinde hallederdik. Ayağımızdaki ayakkabı kara lastikti, lastik insanın ayağını karartır, terletir, kokutur. Kara lastiğin bir kokusu vardır güzel görünmez.
Biz Gemlik’in kenar mahallesinde otururduk, şimdi zaman zaman düşünüyorum Gemlik’in kenar mahallesinde oturmakla merkezinde oturmak arasında fark var mıydı? Vardı, çünkü merkezindeki insanlar ya esnaf çocuğuydu, ya hali vakti iyi olanların çocuğuydu, onlarla yan yana, biz rengi bozarmış önlükler ile kara lastik ayakkabılarla okula giderdik. Muhtemelen öyle yorumlamak istemiyorum ama öğretmenlerimizde bize farklı bakıyordu. Ben bugünkü yaşıma geldiğim zaman düşünüyorum, okula gitmeden ahırda iş yapardık, ineklerimizi sulardık, yem verir, altını temizlerdik, muhakkak “Ahır” dediğimiz ahırın ağır kokusu vardır, insanın üstüne siniyordur. Belki sıra arkadaşlarımız bizden rahatsız oluyordur, belki öğretmenimiz bunu yüzümüze söylememesine rağmen o durumun farkındadır. Bu da bizi ikinci sınıf öğrenci yapmıştır, sınıfımızda hak ettiğimiz birçok şeyi almamıza engel olmuştur, ama biz tabii ki yılmadık, okuma yazma bilmeyen bir annenin çocuğu olarak en sonunda zekâmızın ve çalışkanlığımızın getirdiği öğretmenlik mesleğinde kendimizi bulduk.
70’li yılların başında iki aşamalı bir sınav sonucunda Edirne erkek öğretmen okulunu kazandım, yatılıydı. Çok şiddetli sevinç duydum oraya giderken, yaşımız 15. Bursa’dan Gemlik’ten kalkıyorsunuz otobüslere biniyorsunuz, uzun bir yoldan öğrenciliğe adımımızı attık. İlk gittiğimiz gece bizim için önemliydi, farklı bir ortamda çizgili pijamalarla yerimizi aldık. Amerika’nın süt tozu ile tanıştık. Muhtemelen genetiğimizi de bozmuştur diye düşünüyorum ama sağlam bir bünye ile her şeyi doğal olan ortamda yetiştiğimiz için çok fazla zarar vermedi, ama şehirden gelen arkadaşlarımız da vardı bilmiyorum onlara bir zarar verdi mi?
Öğretmen Okulu deyince, yemekhane deyince aklıma ilk gelen şey, Amerikan peyniridir, sarı peyniri biz dört yıl boyunca yemek zorunda kaldık. Devlet tabii ki imkânları nispetinde bize baktı, yılda 2 kere takım elbiselerimiz olurdu, ceketimiz, pantolonlarımız ayakkabılarımız olurdu. Bu bazen kalitesiz olurdu ama ne de olsa devlet de evladına bakmış oldu. O yıllarda İyi bir okuyucuydum, öğretmen okulunun güçlü bir Kütüphanesi vardı ve ben elime ne gelirse okuyordum. Kerime Nadir’in romanları ile mesela orada tanıştım, Batı klasiklerini orada okumaya başladım, değişik dergiler mecmualar bizi besleyen şeylerin tamamını orada okudum.
Bizim kuşakta her insan sever, âşık olur, öfkelenirdi, ben bunu insani duygu olarak görüyorum. Biz bu duyguları dışa vurduk, öfkelenmeyi, kızmayı ama sevmeyi dışa vuramadık, âşık olduk mu? Olduk. Yoldan geçen bir kıza, haberi olmadı, alışveriş yaptığımız yerde çalışan birine, okulumuzdaki bir kıza, ben hiç unutmuyorum Kız Öğretmen Okulu da vardı, kız öğretmen okulun öğrencilerine el sallamalar, mektup göstermeler falan, muhtemelen kızlar bizimle dalga geçerdi.
Yıl 1976 zor bir dönem geçirdik. Türkiye’de 70’li yıllar aslında 70’lerin ilk yarısı terör eylemlerinin başladığı yıllarda Türkiye’de öğrenci olayları gençlik çatışmaları sonradan duyduk. Aynı masada yemekhanede, otobüste olduğumuz arkadaşlarla neredeyse kanlı bıçaklı hale geldik, kim haklı, kim haksız demiyorum ama birbirimize kinle nefretle bakar hale geldik.
Sonra mezuniyette bütün arkadaşlarımız “Türk bayrağının dalgalandığı her yerde görev yapacağız” diye yer belirtmedik, kurada neresi çıkmışsa oraya gittik. Yaş 18 ama idealler yaştan büyüktü, terörün en kötü dönemleri evden çıktığımızda başımıza ne geleceğini bilmediğimiz dönemdi, her seferinde ayrı güzergâhlardan gittik.
Erzurum yılları, Horasan’ın Kırıklar köyünde görev yaptım. Gönlü güzel insanlardı, elektrik yoktu, kendimi kendi nefesimle ısıttığımı bilirim. 1980’de 12 Eylül’de Gemlik’teyim darbe oldu, 80 darbesini genç olarak yaşadık. 23 yaşındaydım bizim devrimizde olanlar erken olgunlaştı.
Safranbolu, 15.000 kadar nüfus vardı, çok şirin bir ilçeydi, evlerin güzellikleri vardı 3,5 yıldır bu şehri geziyorum bitiremedim, hissetmek lazım.
Hayatımda keşke yok, hayatımın acılı kısmını anlattım. Mesela Gemlik’in dereleri vardı boyumuzu aşan, orada öğrendik yüzmeyi, boğulan arkadaşlarımız oldu, balık tutardık. Bahçelerde tuttuğumuz balıkları kızartır evden getirdiğimiz domatesle yerdik, o kadar neşeli bir hayatımız vardı bizim. Her türlü sebze ve meyveyi dalından koparıp yemişliğimiz vardır. Her türlü meyve ve sebzenin ağacını da dalını da tanıyan insanlarız. Bugünkü nesil bundan mahrum, yumurtayı, sütü, tereyağını ki bunu ben yapardım, zeytin, zeytinyağı kendimizindir.
Ben 10 yaşındaydım annemin dikiş makinesinde dikiş dikmeyi öğrendim. Çelik çomak, yakan top bizim oyunumuzdu, uzuneşek, birdirbir. Korucular kovalardı bahçelerden bir şeyler toplardık, çocukluğumuzda doya doya yaşadık, keşke o günlere dönme imkânı olsa, bozulmamış otantik arkadaşlıklar, çevre. Bugün çocuklar sanal bir ortam yaşıyor, bizim evlerimiz tek katlıydı. Oturur sohbet ederdik, bütün evler hepimizin evi gibiydi, herhangi bir evin sofrasında yer içerdik, bize o evin çocuğu gibi bakarlardı, şimdiki dönemde kıyaslayamıyorum bile. Kavga ettiğimiz olur muydu? Olurdu. Hiç kuş öldürmedim, sapanla hayvanlara zarar vermek istemezdim, kedi köpek bakmak için ya zengin ya fakir olacaksın. Bizlerin ağaç, yeşil, bitki sevgisi sonsuzdur. Babasız büyüdük, duygusal bir adamım, yetim kelimesi zordur. O zaman bizim adımız yetimdi. Gücü olmayan öğrencilere bazı okullarda yardım ederler, bana gömlek alınacak, annemde olurdu ama yandaki bizim adımıza pazarlık yapmaya kalkar, birisine yetimdir diye üç kuruş indirmek isterdi, yetimliği terazinin bir kefesine koymak, o beni çok üzmüştür.
İnşaatlarda çalıştım, günlük yevmiyem yedi buçuk liraydı. 1967’de inşaatlarda 10 lira gibi paraya, 15 yaşındaydım depolarda hamal olarak yaz tatilinde, bugün okuldan gelmişimdir Gemlik’e, yarın hamal olarak çalışmaya başlamışımdır, aldığım parayı anneme vermişimdir. O da okumamız için bize gönderirdi.