Bir Polisin Hayat Kurtarışı – Kızıltepe 1986 « Giresun Havadis – Giresun Haber – Bursada Giresun – Bursa Giresunlular

izmir gercek resimli escortSirinevler Escort Bayan
SON DAKİKA

Bir Polisin Hayat Kurtarışı – Kızıltepe 1986

1986 Yılında Mardin Kızıltepe’de yaşanmış bir olaydan derlenerek kaleme alınmıştır. Bu vesile ile Türk Polis Teşkilatının 175. Kuruluş yıl dönümü kutlu olsun.

Av. Ali Osman KUFACI / 10.04.2020 – Bursa

Bu haber 10 Nisan 2020 - 8:43 'de eklendi ve
Post View : 108
kez görüntülendi.

KIZILTEPE 1986

“Baba kalk.”

“Baba, baba!”

“La noldu. ne var?” diye aniden uyandı Mahmut.

“Baba, Ahmet’ın karnı ağrıyormuş, basbas bağırıyor çocuk.”

Mahmut başını yastıktan kaldırmadan; “La bunun için mi uyandırdın gecenin bir yarısı? Üşütmüştür o, sıcak  su verin şekerli, geçer.” dedi, yeniden gözlerini kapattı.

“Baba öyle değil, çocuğun yüzü bembeyaz, akşamdan beri sancısı var. Anam şekerli su verdi yine de geçmedi.”

Mahmut yine başını yastıktan kaldırmadan, gözleri kapalı, “Daşı aygazda ısıtıp karnına koyun, geçer, üşütmüştür o” dedi.

Şehymuz, babasını kaldıramayacağını anlayınca odadan çıktı. Bir süre sonra, Nazo odaya girerek, Mahmut’u  dürtmeye başladı.

“La hele bir kalk, Ahmet’e bir şey oluyor.”

“Lahavle bi uyutmadınız gece yarısı, ne olmuş, toprak çekmiştir, sabahtan beri toprakta oturuyordu velet.”

“Yok! bu başka bir şey, sancısı hiç durmadı, bedi benzi atmış, gözleri kan toplamış, kalk bi şeyler yap.”

Mahmut kurtulamayacağını anladı. Başını yastıktan kaldırdı. Ellerinin üzerinde doğruldu. Önce Nazo’ya sonra etrafa bir baktı. “Saat kaç?” diye sordu. Nazo; “12’yi geçti.” dedi.

Bu sefer uykusu açılmış bir şekilde yeniden sordu. “Ne var, nesi var oğlanın?”

Nazo, “Akşamdan beri karnı ağrıyor. Yüzünün rengi bembeyaz, zehirlenmiş herhal, şekerli su verdim, taş kızdırıp karnına koydum fayda etmedi.”

Mahmut, yorganı bir kenara itip, ayağa kalktı, sırtına hırkasını aldı, başındaki puşisini düzeltti. Nazo  ile birlikte odadan çıktılar.

Küçük Ahmet, aynı zamanda mutfak ve salon olarak kullanılan, “hayat” denilen  odada yer yatağında yatıyordu. Sürekli bir sağa bir sola dönüyor, “karnım, karnım” diye bağırıyordu. Birkaç defa kusmuş ortalığı batırmıştı.

Mahmut oğlunun halini görünce birden endişeye kapıldı. Çocuk hiç öyle üşütmüş gibi durmuyordu. Zehirlenmiş olmasından korktu. Dizlerinin üzerinde, yere eğilip Ahmet’ın yüzünü okşadı. Ahmet’in teni buz gibi idi.

Endişeli bir sesle “Oğlum neyin var.” diye seslendi.

“Baba çok karnım ağrıyor. karnım ağrıyor.” dedi Ahmet

Mahmut 60 yaşında idi. Dört oğlu, iki kızı vardı. Ahmet, en küçük oğlu idi. Pek belli etmese de çocukları arasında en çok Ahmet’i seviyordu. Ona en sevdiği dostunun, asker arkadaşının ismini vermişti. Diğer çocuklarının hepsi büyüktü. Üçü evlenmiş ayrı eve geçmişlerdi. Evde 20 yaşındaki Şehmuz, 18 yaşındaki Zozan ve 6 yaşındaki Ahmet kalmıştı.

Ahmet’in durumu ciddi gözüküyordu. Acilen hastaneye götürülmesi, müdahale edilmesi gerektiği belliydi.

Mahmut ilk önce ne yapacağını bilemedi. Saat gece 12’yi geçiyordu. Kızıltepe’de bu saatte araba bulmak mümkün değildi. Terör olayları nedeniyle akşam hava karardıktan sonra kimse evinden dışarı çıkmıyordu. Hastane, yürüme mesafesi yaklaşık bir saat uzaklıkta idi. Ama bu saatte bırakın yayan, arabayla bile sokağa çıkmak çok tehlikeli idi. Kaldı ki, her türlü, hastaneye ulaşmak imkansızdı, bir kör kurşuna gitmek, dağa kaçırılmak olasılığı oldukça yüksekti.

Nazo, Mahmut’un kolundan tuttu. “Hele bir şeyler yap, oğlan gidiyor.” diye bağırdı.

Mahmut, “Ben bi Hasangile gideyim. Onun kamyonla hastaneye gideriz.” dedi ve evden çıktı. Hızlıca, sokağın karşısındaki Hasan’ın evine koştu. Sertçe bir kaç kere kapıyı çaldı. Hasan yarı uykulu kapıyı açtı. “Mahmut Abi! Hayırdır Abi?”

“Hasan gardaşım, bizim oğlan, Ahmet çok hasta.”

“Abi gel içeri buyur.”

“İçeri gelmeyeyim, vakit kaybetmeyelim, senin kamyonla hastaneye götürelim.”

Hasan duraksadı, bir şey demedi, “Hele abi bir gel içeri, bir konuşalım, nesi var?”

Mahmut, “Zehirlendi galiba, sancıdan duramıyor.” dedi.

“Abi çok geçmiş olsun, ben bizimkine söyleyeyim yoğurt hazırlasın yedirelim oğlana, hemen geçirir.”

“Yok Hasan öyle yoğurtla, moğurtla geçecek bir şey değil, çok hasta, acele doktora götürelim.”

“Ya Mahmut abi, boşuna sıkılıyorsun, çocuk bunlar, yoğurt çok işe yarar, bir de taş kızdırıp karnına bırakın hemen geçirir.”

“Ya Hasan ben ne diyorum. Oğlanın yüzü bembeyaz, eli ayağı buz gibi, hemen bir doktora götürmemiz lazım.”

Hasan işin ciddiyetini anladı, ama lafı dolandırmaya çalışıyordu. Bu zamana kadar Mahmut’tan pek çok iyilik görmüştü. Bir o değil mahalledeki pek çok kimse Mahmut’a iyilik borçluydu. Mahmut herkesin yardımına koşar, ekmeğini, yemeğini, giyeceğini, herkesle paylaşırdı. Bu güne kadar kimseye “hayır” dediği duyulmamıştı. Borç isteyen, akıl isteyen, aş isteyen, kız kaçıran herkes Mahmut’a koşar yardım isterdi.

Hasan tekrardan yoğurt diyecek oldu. Ama Mahmut sinirli bir bakışla buna engel oldu. Hasan mahcup bir şekilde; “Mahmut Abi, arabanın şeyi var…, frenleri iyi tutmuyor. Tamire götüremedim bir türlü, bu fren balataları da çok adi oluyor. Herhalde balatadan. Ya abi, bi de bu saatte dışarı çıkılmaz ki, arabayı yakarlar.  Abi sen bi de Veysi’ye sorsan?”

Hasan daha lafını bitirmeden, Mahmut oradan uzaklaşmıştı. Hasan’ın bahaneler uydurduğu, gitmek istemediği besbelliydi. Mahmut varını yoğunu paylaştığı komşusu Hasan’ın bu tavrına çok üzülmüştü. Hasan’dan asla böyle bir şey beklemezdi.

Hiç vakit kaybetmeden, mahallede diğer arabası olan Veysi’ye koştu. Veysi Mahallenin minübüsçüsüydü. Mahmut, Veysi’nin paraya aşırı düşkün olmasından, ondan pek hoşlanmazdı. Ama durum acildi. Bir kaç dakika içinde Veysi’nin evine ulaştı. Kapıyı çaldı. Biraz bekledi. Tekrar tekrar çaldı. Kapıyı Veysi’nin  karısı Emine açtı.

“Mahmut Emmi, Bismillah! hayırdır Emmi?”

“Emine, bizim oğlan Ahmet çok hasta. Veysi’ye bir haber verde, arabayla hastaneye götürelim. Neyse parası verelim.”

Emine, önce bir bahane uyduracaktı ki, parayı duyunca Veysi’ye haber vermeye karar verdi. “Emmi içeri gel, ben Veysi’ye haber vereyim. Bu gün çok yoruldu.  Derik’e bir kaç sefer yaptı. Orda bi düğün varmış, burdan adam götürdü. Bakim uyandırabilecek miyim?”

Mahmut, “İçeri girmeye hacet yok yeğenim, sen hemen bi haber ver.” dedi.

Emine içeri girdi. Bir kaç dakika sonra geri döndü. “Emmi, Veysi’yi zor uyandırdım. Şimdi uykulu uykulu araba kullanırsam bir kaza yaparız. Hasan’a bir sorsun dedi.”

“Kızım şimdi Hasan’ın yanından geliyorum. Sen Veysi’ye söyle ne isterse vereceğim. Neyse parası veririm. Çok yol yok. Yavaş yavaş gideriz gerekirse.”

“Emmi, para önemli değil, önemli olan senin işin görülsün. Ama adam bu gün çok yorgundu. Uykulu uykulu bir kaza olabilir. Hem bu saatte anaşitler yolları kesmiştir. Gidemezsiniz ki.”

Mahmut, daha yirmisine gelmemiş, bacak kadar kızın kendisiyle alay eder gibi konuşmasına çok içerledi. Veysi’nin de bahaneler uydurduğunu, buradan da bir sonuç alamayacağını anladı. Hemen evine geri döndü.

Ahmet hala sancıdan kıvranıyordu. Nazo, Mahmut’un araba bulamadığını anlamıştı yine de “Ne oldu?” diye sordu. Mahmut gözlerini Ahmet’ten ayırmadan, “Herkesin bir bahanesi var. Kimse bu saatte dışarı çıkmak istemiyor.” dedi.

Nazo “Allah’ım bir derman, Ya Rabbim. Yardım et Allahım.” diye dua ediyordu.

Mahmut, “Ben bi de muhtara gideyim. Belki onun traktörle gideriz.” dedi ve evden çıktı. Koşa koşa, arka sokaktaki muhtarın kapısına dayandı. Kapıya vurmaya başladı. Gürültüye uyanan, Muhtarın oğlu Fasih kapıyı açtı.

“Hayırdır Mahmut emmi.”

“Oğlum hele babanı bir uyandır, bizim oğlan çok hasta.”

“Tamam gel içeri buyur. Mahmut emmi.”

Mahmut içeri girdi. Hayata (salona) geçti. O arada, gürültüyü duyan muhtar da yatağından kalkıp hayata gelmişti. Muhtar, Mahmut’u görünce şaşırdı; “Hele Mahmut Abi hayırdır? Ne oldu?”

“Muhtar, bizim küçük oğlan çok hasta, hastaneye götürmemiz lazım. Senin traktörle götürsek?”

Muhtarın birden yüzü değişti, önce ne diyeceğini bilemedi. Sonra; “Nesi var?” diye endişeyle sordu.

Mahmut, “Herhal zehirlendi, çok sancısı var.” dedi.

“Ya Mahmut abi ben de bir şey var sandım. Üşütmüştür, çocuk bunlar, şekerli su verin, taş kızdırıp karnına bırakın düzelir.”

“Yok muhtar çok hasta, öyle üşütmeye benzemiyor. Hemen bir doktora götürmemiz lazım.”

“Mahmut Abi tamam, bilirsin senden bir şey esirgemem, ama bu vakit nasıl dışarı çıkalım? Daha Serekani’yi geçmeden bizi vururlar, traktörü de yakarlar. Ne yapalım sen söyle?”

Muhtar haklıydı. Kızıltepe’de o saatte sokağa çıkmak intihardı. Mahmut, çaresiz ne yapacağını bilemedi. Oğlanı sırtlanıp, ne olursa olsun yayan yola çıkmaktan başka yol yok gibi gözüküyordu.

Mahmut son bir umutla, “Hele muhtar, telefondan bir hastaneyi arasan durumu anlatsan, belki cankurtaran gönderirler.”

“Ah Mahmut Abi, sen buraları benden iyi biliyorsun. Bırak gece yarısını, sen hiç gündüz gözüyle buralara cankurtaran geldiğini gördün mü?”

Muhtar, Mahmut’un yüzündeki çaresizliğe dayanamadı.

“Abi bu saatte cankurtaran gelmez, ama istersen bi hastaneyi arayayım.” dedi.

Mahallede sadece muhtarın evinde telefon vardı. Hep beraber telefonun başına geçtiler. Muhtar yatak odasına gitti. Küçük bir anahtarla döndü. Telefonun çevirme topuzunda ki kilidi anahtarla açtı. Yan taraftaki dolaptan telefon numaraları yazan bir kağıt parçası çıkardı. Cankurtaranın numarasını buldu. Telefonun halkasını bir kaç kez çevirdi.

Telefondan arama sesi geldi. Sonra daha çalma sesi gelmeden hat düştü. Muhtar tekrar numarayı çevirdi. Hattın düşmediğini gösteren “Dıııt, dııt, dııt” diye ses geldi. Muhtar kapatma düğmesine bastı, yeniden numarayı çevirdi. Bu sefer karşı telefonun çaldığını gösteren duuut, duuuut, duuut, diye ses geldi. Uzun uzun beklediler, telefonu açan olmadı. Muhtar tekrar aradı, yine açan olmadı. Muhtar “tamam mı?” anlamında Mahmut’a baktı. Mahmut sanki “nolur bir defa daha dene” dercesine Muhtara baktı. Muhtar numarayı tekrar çevirdi.  Telefon uzun süre çaldı, ancak açan olmadı.

Mahmut, başka çaresinin kalmadığını anladı. Vakit kaybetmemek için muhtarı kafasıyla selamladı ve koşarak evine gitti.

Ahmet hala sancılar içinde kıvranmaya, kusmaya devam ediyordu.

Nazo ne olduğunu sordu.

Mahmut, “Muhtar da gidemem diyor” dedi.

Nazo “E… ne yapacağız.”

Bir sessizlik oldu. Sonra Mahmut artık kararını vermişti.

“Ben üstümü giyineyim, sizde çocuğu hazırlayın, sırtımda götüreceğim.”

Nazo, ne diyeceğini bilemedi. “Dur” dese oğlunun durumu çok kötüydü. “Git” dese hem kocası, hem de oğlu, ikisinin de eve sağ dönme ihtimali çok azdı.

Şeyhmuz “Baba sen dur, ben götüreyim. Ben daha hızlı giderim.” dedi.

Mahmut “Otur oturduğun yerde. iki oğlumu da birden mi kaybedeyim?” dedi.

Tam bu sırada kapı çaldı. Gelen muhtardı. “Hele ne yaptınız. Nasıl oldu oğlan. Bir de ben bakayım.” dedi.

Mahmut “Aynı, sancılar içinde kıvranıyor.” Biraz bekledikten sonra, “Sırtımda götüreceğim. Başka çare yok.” dedi.

Muhtar “Dur hele ne yapıyorsun. Bu saatte Dipsiz Sokak’tan nasıl geçeceksin? Anaşitler seni vurur, oğlanı da alır dağa götürürler.”

“Dunaysır’ın o taraftan giderim” dedi Mahmut.

“Dunaysır’ın ordan gidersen, yolu uzatırsın, hem ordan da Saçaklıdan geçmen imkansız, orada ikinizi de direk vururlar.”

“Ne yapayım muhtar, bırakayım ölsün mü oğlan?”

Muhtar ne diyeceğini bilemedi. “Yoğurt yedirdiniz mi?” dedi sonra. Mahmut “Yoğurt” lafını duyunca iyice sinirlendi ancak bir şey diyemedi.

Nazo “Yedirdik” dedi. Sonra yere çöktü, Ahmet’ın başını okşadı. “Oyyyy oğlum, kara kuzum, canım, ciğerim. Allah’ım bize yardım et. Allahım bir yardım.” diye yalvardı.

Yeniden bir sessizlik oldu. Herkes sustu. Ahmet’ın inlemeleri bütün eve yetiyordu.

Mahmut birden muhtara döndü, “Muhtar ben polisi arayacağım, belki onlar bize yardım eder.” dedi.

Muhtar alaycı bir sesle; “Abi sen karıştırdın herhalde. Cankurtaran diyecektin. Aradık ya kimse açmadı telefonu.”

“Yok ben polisi arayacağım. Hadi muhtar, Allah rızası için, bir arayalım.”

“Ya Mahmut Abi, bu çocuk senin aklını aldı herhal. Polis hastalara bakmıyor abi. Hastalara cankurtaran bakıyor.”

“Hadi muhtar yalvarıyorum hemen gidelim arayalım.”

Muhtar, baktı ikna edemiyor. “Tamam arayalım, ama sen, kendin konuşursun, beni karıştırma. Benim ordan aradığını da söylemeyeceksin sakın.”

“Tamam ben konuşurum. Yalvarırım hemen gidelim.”

Muhtar ve Mahmut, muhtarın evine geçtiler. Muhtar telefonun ahizesini Mahmut’a uzattı, telefonun topuzunu kendisi çevirdi. “Hadi bakalım söyle, ne diyeceksen” dedi.

Telefonda iki duut sesinden sonra “055 polis imdat, polis memuru Osman” diye ses geldi. Mahmut ilk defa telefonda konuşuyordu. Ne diyeceğini bilemedi. Telefondaki ses tekrar etti. “polis imdat buyrun”. Muhtar sessizce “Hadi Mahmut abi, söyle ne diyeceksen” diye Mahmut’u kolundan türttü.

Telefondaki polis memurunun sesinden, henüz 20 li yaşlarda olduğu anlaşılıyordu.

Mahmut “Polis beg bana yardım edin. Allah rızası için, oğlum ölüyor.”

Telefondaki polis memuru “Çatışma mı oldu? Adres verin. Kaç kişi?” diye peşpeşe sorular sordu.

Mahmut, “Yok polis beg, oğlum çok hasta, bi yardım edin, Allah rızası için.”

Telefondaki Polis memuru, “Amca 112 yi arayın, ambulansı arayın” dedi. Ama güvenlik sebebiyle, bu saatte hiç bir ambulansın hareket etmediği, kimsenin hiç bir yere gidemediği aklına geldi. Telefondaki adama verdiği cevaba kendisi de inanmadı.

“Polis beg, oğlum çok hasta, daha altı yaşında, zehirlendi, hastaneyi aradık kimse açmıyor. Araba yok, ben nasıl getireyim. Ne yapayım. Allah rızası için bir yardım edin.”

Mahmut’un sesi, Polis Memuru Osman’a o kadar çaresiz ve o kadar içten gelmişti ki, “Amca sen nereden arıyorsun?” diye sordu.

“Muhtarın evinden arıyorum.” O an muhtar kıpkırmızı oldu. Sinirden küplere bindi.

“Yok amca adresin neresi?”

“Ha, Şeyhahmet mahallesinden, Avi sokak’tan arıyorum.”

“Amca kapatma biraz bekle.” Polis Memuru telefonu beklemeye aldı. Diğer hattan, Koridorun öbür ucundaki nöbetçi başkomseri aradı.

“Başkomserim bir arama var, Şeyhahmet Mahallesinden yaşlı bir adam. Oğlu çok hasta imiş, ambulans cevap vermiyormuş.”

Yıllardır Ohal bölgesinde görev yapan, 50 li yaşlardaki  başkomiser, elinde telefon, masasından kafasını kaldırıp, koridorun diğer ucundaki, henüz 24 yaşında parlak yüzlü polis memuru Osman’a baktı,

“Oğlum sen kendinde misin? biz doktor muyuz? Hastaneye götürsünler bize ne?”

“Başkomserim bu saatte hastaneye nasıl gitsinler, araç yokmuş, ambulans cevap vermiyormuş.”

“Vermez tabi, bu saatte ortalıkta tankla gezemezsin, ambulans nasıl gezsin. Biz bir şey yapamayız. Ne yapalım.”

“Komserim bir ekip çıkarsak, çocuğu hastaneye götürsek?”

“Oğlum sen bir etrafına, bir bak bakalım neredeyiz? Burası Kızıltepe, hava karardı mı burda ortalık yerde canlı canlı adam kesiyorlar. Şeyhahmet Mahallesi dediğin, Kızıltepe’nin öbür ucu. Bu saatte sokakta bırak ekip otosunu, reno işaretini görseler, tozunu bırakmazlar, tozunu. Paramparça ederler. Bu arama varya, kesin tuzaktır. Şerefsiz soysuz teröristler, şu an pusu atmış bizi bekliyordur.”

Kızıltepe, Polis Memuru Osman’ın ilk görev yeriydi. Henüz 28 gündür burdaydı.

“Başkomserim, ne diyeyim, adam hatta.”

“Kapat hiç bir şey söyleme.”

Osman, Başkomser ile konuştuğu iç hat telefonunu kapattı, ancak diğer hattı açtı ve Mahmut’a seslendi.

“Amca, telefon numarasını verir misin? birazdan seni arayacağız” dedi.

Mahmut telefonu muhtara verdi. “Muhtar numarayı istiyorlar” dedi.

Muhtar birden panikledi.  Telefonu aldı. “Memur bey, ben bu arkadaşa dedim. hastaneyi aramak lazım, polisimizi boşuna meşgul etmeyelim dedim. Çok özür dileriz. Hemen kapatıyorum. Çok özür dileriz, Memur bey, sizi de boşuna meşgul ediyoruz.”

Polis Memuru, “Durun kapatmayın, siz muhtar mısınız? numarayı verir misin? sizi arayacağız birazdan.” Muhtar, iyice tedirgin oldu, telefonu kapatamadı, mecburen numarayı verdi. Endişeli bir şekilde “Hayırlı vazifeler” diyerek telefonu kapattı.

Muhtar öfkeyle, Mahmut’a dönerek “Yahu abi benim de başımı yaktın gördün mü? Numarayı aldılar. Yarın kesin, gelip bizi götürecek bunlar, polisi boş yere meşgul etmekten alıp götürecekler. Ah be abi, ben sana dedim. Arama dedim, polisin işi mi bu. Acaba kaymakama mı gitsem? Geçen muhtarları toplamıştı, orda tanışmıştık. Hatırlar belki beni….”

Mahmut, muhtarın hiç bir dediğini  dinlememişti. Telefondaki, genç polisin sesine çok güvenmişti. “Az sonra arayıp,  gelecekler, oğlumu kurtaracaklar.” diye içinden geçirdi. Yüzünde biraz endişe, biraz mutluluk, ama en çok da umut vardı. Ayakta telefonun başında bekliyordu. Bütün dünyaya kendini kapatmış sadece telefon sesine odaklanmıştı.

O ara muhtarın onu itmesiyle kendine geldi. “Abi sen, beni dinlemiyor musun? Beni de yaktın diyorum.” Sanki muhtar hiç bir şey dememiş gibi. “Muhtar bunlar ne zaman arar, buraya gelmeleri ne kadar sürer?”

“Abi sen kendinde misin? Ne araması ne gelmesi? Kimse aramayacak, kimse gelmeyecek. Numarayı bizi tespit etmek için aldı. Yarın gelip ikimizi de götürecekler.”

Mahmut “Yok yok, birazdan ararlar, adresi alıp hemen gelirler.”

Muhtar “Haydaaa abi, var git evine, oğlana bak, yoğurt yedir, şerbet içir. Boşuna bekleme.”

“Muhtar kesin arayacaklar, ben burda bekleyeyim.”

“Allah Allah. Abi sen bilirsin, bekle istediğin kadar bekle.”

Bu sırada ev halkı uyanmış, Muhtarla Mahmut’u seyrediyorlardı.

Muhtar oğluna seslenerek, “Hele Fasih bir çay koy, Mahmut emmin bu gece burda.”

Mahmut, gözünü kulağını telefona kilitlemiş “Yok bir şey istemem. Siz yatın. az sonra arayacaklar oğlumu kurtaracaklar” dedi.

Polis Memuru Osman, telefon numarasını not aldıktan sonra beklemeye başladı. Başkomserin nöbeti bitmek üzereydi. Birazdan Metin Komser’in nöbeti başlayacaktı. Metin Komser, biraz deli dolu, çok merhametli biriydi. Çocuklara dayanamazdı. Osman, şansını bir de onda denemek istedi.

Yaklaşık 10-15 dakika sonra Metin komiser karakola geldi. Herkese selam vererek içeri girdi. Başkomserin odasına geçti ve nöbeti devraldı. Polis Memuru Osman, iç hattan hemen Metin komiseri arayarak; “Komiserim bir arama var, Şeyhahmet mahallesinden yaşlı bir adam. Oğlu çok hasta imiş, ambulans cevap vermiyormuş.

Metin Komser, “Hastaneye götürsünler bize ne?”

“Komserim araç yokmuş, ambulans cevap vermiyormuş.”

“Nesi varmış çocuğun, tuzak olmasın?”

“Komserim çocuk zehirlenmiş galiba, muhtarın evinden arıyorlarmış.”

“Hangi muhtar? Hangi mahalle dedin?”

“Şeyhahmet Mahallesi Komserim.”

“Şeyhahmet Mahallesi, Kızıltepe’nin öbür ucu. Gece vakti çok tehlikeli, zehirlenmiş mi dedin çocuk?”

“Evet komserim durumu çok kötüymüş.”

“Hatta mı adam.”

“Yok komserim,  numarasını aldım.”

“Muhtarın sicili nasıl bizde. Tanıyan var mı?”

“Komserim o bölgeye Selim Abiler bakıyor. Ama şu an onun ekipten kimse yok Karakolda.”

“Selim’in evinde telefon varmı? bir arayın bakalım.”

Biraz sonra Osman tekrar Metin Komseri arayarak, “Selim Abi’nin evinde telefon yokmuş Komserim. Bir malumat alamadık…”

Bu arada yaklaşık yarım saat geçmişti. Mahmut yarım saattir pür dikkat telefonun başında bekliyordu. Ancak yavaş yavaş içindeki umut kayboluyordu..

Muhtar “Ah be Mahmut Abi, ben sana ne diyeyim. Yok abi kimse gelmeyecek, aramayacak, var git evine, çocuğun başında dur.”

Mahmut, artık umudunu yitirmeye başlamıştı. Kimsenin aramayacağına kanaat getirdi. Muhtara, hiç bir şey  söylemeden, çıkışa doğru bir adım attı. Sonra vazgeçti, geri döndü, telefona yöneldi. “Ya ararlarsa” dedi içinden. Sonra tekrar çıkışa yöneldi. Yine içinden “Kandırdılar, kimse gelmeyecek. Allahım yardım et. Allahım yardım et.” dedi. Çıkış kapısının kolundan  tuttu, açıp açmamakta tereddüt etti. Kulağı hala telefonda idi. Kapının kolunu aşağıya doğru hareket ettirdi. Ve birden telefon çalmaya başladı.

O an Mahmut’a dünyaları verseler, bu kadar sevinemezdi.

Mahmut hemen telefonun yanına koştu. Yüzünü muhtara döndü ve telefonu açmasını bekledi. Muhtar, başına geleceklerden  hala tedirgindi. Kızıltepe gibi bir yerde, Polisin, çocuğu hasta bir adamın derdine çare olacağına ihtimal vermiyordu. Endişe içinde telefonun ahizesini kaldırdı. “Alo” dedi ürkek bir sesle.

Telefondaki ses; “Polis Memuru Osman, biraz önce bizi arayan siz miydiniz?”

Muhtar iyice tedirgin oldu. “Beyim çok özür dileriz. Nolur kusurumuza bakmayın, benim komşu, oğlu hastalanınca ne yapacağını bilemedi. Aslında ben aramadım. Komşumuz Mahmut Ağabey aradı.”

“Tamam muhtar. Lütfen oğlu hasta olan amcayı telefona verin.”

Muhtar biraz şaşırdı. Karşıdaki polis kızdı mı? yoksa yardım mı edecekti? Polis Memurunun sesinden  tereddüte düştü. Telefondaki hiç de öyle kızmışa benzemiyordu. Hemen telefonu Mahmut’a verdi.

Mahmut endişeli bir sesle “buyur beyim.” dedi.

Telefondaki polis memuru “Amca bana adını, baba adını, doğum tarihini ve adresini söyler misin?” dedi. Mahmut hemen bütün kimlik bilgilerini ve adresini söyledi.

“Amca çocuğunun adı ne, kaç yaşında?”

“Beyim oğlum 6 yaşındadır. Adı Ahmettir. Çok hasta sancıdan kıvranıyor. Allah rızası için bir yardım.”

Polis Memuru “Amca şimdi kapatıyorum az sonra tekrar arayacağım.” dedi ve telefonu kapattı. Polis memuru Osman, Metin Komser’in talimatıyla, verilen bilgileri bilgisayara girerek arayan kişinin kimliğini teyit etti. Mahmut’un sicil kaydını taradı.

Muhtarın telefonu 10 dakika sonra  tekrar çaldı. Bu sefer direkt Mahmut açtı.

“Amca evine en yakın belirgin bir yer söyler misin bana?”

Mahmut önce anlayamadı. Ha? ne?

“Amca, evine en yakın okul, cami, devlet dairesi ne var?”

“Beyim benim evim ilkokula 15 dakkadır. Yeşilcami ye de yakın sayılır.”

“Tamam amca biraz sonra seni tekrar arayacağım.”

Mahmut ve Muhtar olanlara tam anlam veremiyordu. Polisin neden ikide bir arayıp bir şeyler sorup telefonu kapattığını anlayamamışlardı.

Metin Komser, Mahmut ve muhtarın sicilinin araştırılmasından sonra yardım etmeye karar vermişti. Mahmut’un tarifine göre evine, karakoldan güvenle gidilebilecek en yakın nokta Dunaysır köprüsü’nün olduğu yerdi. Köprünün olduğu yere kadar sokaklarda aydınlatma vardı. Yol üzerinde hükümet konağı olduğundan ara ara pek çok noktada güvenlik vardı. Köprünün 300 m ilerisinde de jandarma karakolu vardı.

Mahmut telefonun başında beklerken telefon çaldı. Mahmut, Muhtara baktı, muhtar kafa sallayarak telefonu açmasını onayladı.

Polis Memuru Osman, “Mahmut Amca sen misin?”

“He buyur beyim burdayım.”

“Amca Dunaysır köprüsü sana yakın mı?”

“Yürüme  on beş dakkadır beyim.”

“Amca hiç durma, oğlunu oraya getir. Arkadaşlar oradan seni alacak.”

Mahmut hemen telefonu kapattı ve koşarak evden çıktı.

Muhtar “ne oldu Mahmut Abi geliyorlar mı?” dediyse de cevap alamadı. Mahmut çoktan kapıdan çıkmıştı.

Mahmut koşarak evine geldi. içeri girdi. “Hemen çocuğu hazırlayın, Dunaysır’ın oraya gelip bizi alacaklar.”

Nazo “Kim alacak, oraya nasıl gideceksin?”

“Soru sorma hemen çıkmalıyım.”

Şeyhmuz “Baba ben de geleyim yalnız gitme.” dedi.

Mahmut “Oğlum sakın. Otur oturduğun yerde.”

Nazo “Ben geleceğim. Seni asla yalnız göndermem.”

“Hanım, kadın işi değildir. Otur evinde.”

Mahmut acılar içinde kıvranan Ahmet’i sırtına aldı ve hızlıca evden çıktı. Sağına soluna bakmadan neredeyse koşarcasına yola koyuldu.

Yaklaşık 10 dakika sonra Dunaysır Köprüsüne vardı. Karşıya geçti. Köprünün bitiminde durdu sağa sola baktı.

Etrafta hiç kimse yoktu. Mahmut kimseyi göremeyince ne yapacağını bilemedi.  “Yoksa beni kandırdılar mı? Allahım yardım et. Nerde bunlar. Burda kimse yok? Ben şimdi ne yapacağım? Yok belki yoldadırlar. Geliyorlardır. Bana yalan söylediler galiba, başka çare yok, ben hastaneye yürüyerek gitmeliyim. Ne olacaksa olsun. Yoksa beklesem mi?”  diye aklından bir sürü düşünce geçirdi. En son hastaneye gitmeye karar verdi. Tam ileri doğru bir adım atmışken birden 100 – 150 m ötede karanlık bir noktada bulunan iki arabanın birden motorları çalıştı ve farları yandı, arabalar hızlıca Mahmut’a yaklaştılar ve önlü arkalı tam Mahmut’un önünde durdular. Aniden arabaların bütün kapıları açıldı ve dört beş polis ellerinde otomatik silahlarda etrafa dağıldılar ve mevzilendiler. Öndeki arabayı kullanan polis memuru Mahmut’a seslenerek. “Mustafa sen misin?”

“Yok beyim ben Mahmut’um. Sırtındaki çocuğu göstererek oğlum hasta, acilen hastaneye gitmem gerekli” dedi.

Polis “tamam Mahmut Amca, biz senin için geldik. hemen atla arabaya, acele et.” dedi. Mahmut hemen Ahmeti arka koltuğa yatırdı. Kendisi de yanına oturdu. Mevzilenen polisler de arabalara bindiler ve hep birlikte hızlıca hareket ettiler.

Direksiyondaki polis “Ben seni denemek için önce Mustafa dedim. Biz seni gördük ancak güvenlik için biraz bekledik. Hiç merak etme oğlunu hemen hastaneye ulaştıracağız.” dedi.

Yaklaşık 15 dakika sonra hastaneye ulaştılar. Ahmet’e hemen gerekli müdahale yapıldı. Midesi yıkanarak, serum takıldı.

Doktor Mahmut’a oğlunun yediği bir şeyden zehirlendiğini, biraz daha geç kalsa oğlunu kaybedebileceğini söyledi.

Mahmut, koridorda bekleyen polislere defalarca teşekkür etti. “Allah razı olsun. Siz olmasaydınız oğlum ölecekti. Allah hepinizden razı olsun.”

Polislerden biri “Amca görevimiz, biz bunun için varız. Allah hepimizden razı olsun.”

Sabah saat sekize doğru Ahmet kendine gelmişti. Artık karnı ağrımıyordu. Ancak halsiz ve bitkin bir durumdaydı.

Doktor, Mahmut’a serum bittikten sonra oğlunu eve götürebileceğini, ancak bir kaç gün dinlenmesi gerektiğini söyledi.

60 yaşındaki Koca Mahmut da uykusuzluktan, endişeden, yorgun ve bitkin bir halde idi. Neredeyse ayakta duracak takati kalmamıştı. Serum çıkarıldıktan sonra, yaşına ve bitkinliğine aldırmadan, Ahmet’i sırtına alarak odadan çıktı. Koridorda bekleyen polisleri gördü.

“Allah razı olsun sizden. Oğlum iyiymiş, eve götürüyorum. Evime gelin bir gün sizi misafir edeyim.” dedi.

Polislerden biri “Amca dur bekle, Allah senden de razı olsun. Komserim seni evine götürmemezi emretti.” dedi. ve küçük Ahmet’i kendi sırtına almak istedi. Mahmut “Beyim Allah razı olsun, ben giderim, size zahmet olmasın.” dedi. Polis Memuru ısrarla “Amca bu zahmet değil, bizim için görev, gel bizimle, araba dışarda” dedi. Küçük Ahmet’i Mahmut’tan zorla aldı.

Mahmut, Ahmet’i tutarak tekrar sırtlanmak istedi. “Aman beyim zahmet olmasın, taşırım ben.”

Polis memuru, Mahmut’un, Ahmet’i almasına izin vermedi ve arabaya kadar sırtında taşıdı.

Artık hava iyice aydınlanmıştı. Saat dokuza geliyordu. Kızıltepe’de hayat başlamıştı. Nazo evin önündeki merdivenlere oturmuş, endişe içinde dua ediyordu. Gece hiç uyumamış, evden ayrıldıklarından beri Mahmut ve Ahmet’i düşünüyordu.

Nazo sokağın başında bir araba sesi duydu. Kafasını sesin geldiği yöne çevirdi. Bir polis arabası kendisine doğru geliyordu. Önce bir anlam veremedi. Sonra başka bir yere gidiyorlar herhalde dedi. Yoksa sokaktan birini mi alacaklar acaba diye endişelendi.

Polis arabası tam Nazo’nun önünde durdu. Arka koltukta camdan bakan Ahmet’i ve Mahmut’u görünce Sevinçten ağlamaya başladı.

Ali Osman KUFACI

10/04/2020

YAŞANMIŞ GERÇEK BİR OLAYDAN UYARLANMIŞTIR.

Ali Osman KUFACI[email protected]
Özgeçmiş Ali Osman KUFACI, 1980 Dereli doğumlu olup, Güce nüfusuna kayıtlıdır. Babasının memuriyeti sebebiyle ilk ve orta öğretimini, Erzincan, Erzurum, Artvin, Diyarbakır, Trabzon gibi Anadolu’nun değişik illerinde tamamlamıştır. En son İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. Askerlik hizmetini tamamladıktan sonra 2004 yılından itibaren serbest avukatlık yapmaya başlamıştır. Bursa Giresunlular Derneği'nde aktif olarak görev almıştır. Halen Bursa İlinde serbest avukat olarak çalışmaktadır.

HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT

Yorum Yok

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.

Adana yabancı escortAlanya yabancı escortAnadolu yakası yabancı escortAnkara yabancı escortAntalya yabancı escortAtaköy yabancı escortAvcılar yabancı escortAvrupa yakası yabancı escortBahçelievler yabancı escortBahçeşehir yabancı escortBakırköy yabancı escortBeşiktaş yabancı escortBeylikdüzü yabancı escortBodrum yabancı escortBursa yabancı escortDenizli yabancı escortEsenyurt yabancı escortEskişehir yabancı escortEtiler yabancı escortFatih yabancı escortGaziantep yabancı escortHalkalı yabancı escortİstanbul yabancı escortİzmir yabancı escortİzmit yabancı escortKadıköy yabancı escortKartal yabancı escortKayseri yabancı escortKocaeli yabancı escortKonya yabancı escortKurtköy yabancı escortKuşadası yabancı escortKocaeli yabancı escortKurtköy yabancı escortMaltepe yabancı escortMalatya yabancı escortMecidiyeköy yabancı escortMersin yabancı escortNişantaşı yabancı escortPendik yabancı escortSamsun yabancı escortŞirievler yabancı escortŞişli yabancı escortTaksim yabancı escortÜmraniye yabancı escort