BAKİ KALAN BU KUBBEDE, HOŞ BİR SADA İMİŞ
Eskiden hayat şartları daha zor, geçim sıkıntısı daha fazlaydı. İnsanların giyimi, yemesi, içmesi, kullandığı eşyalar daha zor temin ediliyordu. Doğal olarak üretilen meyve ve sebzeler mevsiminde bulunur, mevsimi geçince ortadan kaybolurdu. En rahat geçinenler memurlardı. Memurların, memur olmayanların üzerinde geçim standardı olur, daha rahat hayat sürerdi. Bu sebeple aileler kızlarını, memur ile evlendirmeyi tercih ederlerdi.
Pirinç evlere bayramdan bayrama girer, diğer zamanlarda hastaya çorbası yapıp içirilmek için satın alınır, pirinçle ilgili “Hasta olsam da pirinç çorbası içsem.” deyimi vardı. Halkın elinde bulunan parası ya altına takılı olur, ya da bir esnafın kasasında emanet dururdu.
Kasaptan et, eve misafir geleceği zaman alınır, onun dışında evdeki kavurma et ile et ihtiyacı karşılanırdı. Evlerde çekmen denilen toprak kaplarda; salatalık turşusu, pekmez, sirke bulunur, kışlık yiyecekler yazın ve sonbaharda hazırlanırdı. Çocuklara bayramdan bayrama pantolon gömlek diktirilir, bunlar eskidiğinde yama yapılarak giyinilirdi.
Bal evlerde ilaç niyetine bulundurulur, sofraya yenmek için gelmez, evde hasta olduğunda hastaya şifa niyetine yedirilirdi. Ballar şimdiki gibi glikozlu bal değil, halis çiçek balı idi. Kışın soğuklarda, balda kristalleşme olurdu. Pazara nadiren de kara kovan balı gelirdi. Ormanlık bölgelerde üretilen çam ballarının, fazla yenildiğinde insanı uyuttuğu söylenirdi.
Küçükken dükkânımızın yanında; komşumuz İsmail emmi vardı. Hem mahalle komşumuz, hem de dükkân komşumuzdu. Arıcılık yapar, yetiştirdiği balını dükkânda satardı.
İsmail emmi dükkânında balı satarken onu zevkle seyreder, satılan balı kabına koyarken şıkır, şıkır bal sesi gelirdi. Bende bal alıp eve götürmek istiyordum ama pahalı olduğu için alamıyordum.
İsmail emminin dükkânda olmadığı bir zaman, bal almak için müşteri geldi. Bana balın fiyatını sordu söyledim. Fiyatı kabul edince istediği balı tartarak verip, parasını aldım. İsmail emmi dükkâna gelince, sattığım balın parasını kendisine verdim. Bana teşekkür etti ve zorla harçlık verdi. Benim gözüm ise parada değil balda idi.
Bazen 100- 150 gram balı satın alıp yiyeyim diye düşünüyor, İsmail emmi yanlış anlar mı diye vazgeçiyordum. Bize verilen aile terbiyesinde kimseden bir şey istememek, almamak ta vardı.
En nihayet bal almaya karar verdim. Ekmekçiden aldığım yarım ekmek ile İsmail emminin yanına gelerek, 150 gram bal istedim.
İsmail emmi- “ Balı neye koyacaksın” dedi. Ekmeğin arasına koyacağımı söyleyince “ ekmeği bana ver.” Dedi. Kendisine verdiğim ekmeğin içini açarak tahta kaşıkla içini bal ile doldurdu. Ben müdahale ederek, konan balın 150 gramı geçtiğini söylemek istedim, olsun dedi. İçi bal ile dolu ekmeği bana uzattı. Borcum ne kadar diye sorduğumda- “ Afiyet olsun borcun yok.” Dedi. Bütün ısrarıma rağmen, para veremedim.
O gün yediğim balın tadını unutamıyorum. Komşuluk adına insanlık dersini de hiç unutmadım. Bu olayı birkaç defada arkadaşım olan İsmail emminin torunlarına anlattım.
Toplumun bilgi edinme imkânı ve okuma yazma oranı şimdikinden daha geri olmasına rağmen, büyüğe saygı ve küçüğe sevgi daha fazlaydı. Büyük lafı dinlenir, önü geçilmezdi. Değer sistemi bu günkü kadar laçka olmamıştı.
Günümüzde birçok imkânlara kavuştuk. Refah seviyesi yükseldi. En fakirin evinde bile kahvaltıda, zeytin peynir reçel eksik olmuyor. Herkesin evine fırın ekmeği giriyor. Çocuklarımız ihtiyaçlarını karşılarken marka arıyorlar. Elektriksiz, buzdolabı, çamaşır makinesi, televizyonu olmayan ev kalmadı.
Herhalde ağzımızın tadı kaçtı. Yediklerimizin tadını, huzuru bulamaz olduk. Komşuların halini sormaz, kimsenin elinden tutmaz olduk. Beyaz atlı yiğitler atına binip, başka diyarlara gitti artık. Yolda karşılaştığımız insanlara selam vermeyi bile çok görür olduk. Kendimiz hakkı hukuku tanımazken, başkalarını eleştirir olduk. Benden bir şey ister diye; kardeşin kardeşten kaçtığı günümüz insanı ile dünün komşuluk ilişkilerini düşündüğümde” Baki kalan bu kubbede hoş bir sada imiş” lafı aklıma geliyor.
Mustafa Yolcu